Ömer Faruk Yaman’ın Anima Machina sergisi, insan ile makine arasındaki ilişkiyi, Voyager adlı kurgusal bir figür aracılığıyla yeniden tartışmaya açar. Voyager, çağdaş teknolojik sistemlere dışarıdan bakan bir gezgin olarak, insan-makine etkileşimlerinin geçirgen ve belirsiz alanlarını kayda geçirir.
Sanatçının formları, ilk bakışta mekanik parçaların birleşiminden oluşmuş gibi görünse de, salt endüstriyel bir temsil değildir. Figürler endüstriyel temsilin ötesine geçerek, makinenin insana eşlik eden duygusal ve varoluşsal katmanlarını görünür kılar. Her bir çizim, parça parça bir araya gelmiş bir modüler bilincin temsilidir. Bu noktada, makine yalnızca bir araç değil; insan deneyiminin uzantısı ve belleğin farklı biçimlerde yeniden üretildiği bir alan hâline gelir.
Bu yaklaşım, Gilbert Simondon’un “teknik bireyleşme” kavramını hatırlatır: teknik nesne, yalnızca dışarıdan tamamlanmış bir bütün değil, içsel dinamikleriyle sürekli gelişen, çevresiyle birlikte bireyleşen bir varlıktır. Yaman’ın figürleri de aynı şekilde, sabitlenmiş formlar değil; parçaların sürekli yeniden birleşmesiyle evrilen ve dönüştükçe farklılaşan zamansız formlar olarak kurgulanır.
Anima Machina’nın kurduğu evrende, insan ile makine arasındaki sınırlar belirsizleşir. Kimi zaman günümüzden bir figür, kimi zaman insan ve makine arasındaki sınırların geçirgenleştiği, organik ile inorganik arasındaki ayrımların eridiği bir varlık hâline gelir. Bu dönüşüm teknik olanın insana dışsal değil, insana içkin bir bileşen olduğunu ortaya koyar. Böylece sergi, makineleşmenin klasik söylemini tekrar etmek yerine, insanın teknik olanla kurduğu duygusal, bilişsel ve varoluşsal bağları katmanlı bir düzlemde görünür kılar.



