Pg Art Gallery 12 Ocak – 9 Şubat tarihleri arasında Manolya Çelikler’in ‘İyiyim ama değilim’ adlı ilk kişisel sergisine ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyuyor.
Günümüz sanatçılarını besleyen, üretim pratiklerini belirleyen ana eksenlerin başında, kültürel kimlik, iktidar mekanizmaları, cinsiyet teorileri, kültürel / toplumsal bellek, ideoloji gibi hayli güncel ama bir o kadar da üzerine düşünülmüş, söylem geliştirilmiş kavramlar akla geliyor. Bu kavramları derinlemesine analiz edip, kuramsal düşünce biçimlerini çözümleyerek üretim pratiğinin odağına oturtan sanatçılar, kimi zaman gündelik kimi zaman toplumsal, kimi zaman ise sanat tarihsel göndermelerin ağır bastığı söylem çeşitliliğiyle karşımıza çıkıyorlar. Manolya Çelikler de hem teorik hem de tarihsel bağlamda bu ifade araçlarını işlerine odak noktası olarak seçen sanatçılardan biri. Çelikler’in üretim pratiğinin üzerinde, özellikle durulması gereken iki temel nokta var. Bunlardan ilki malzeme kullanımı; diğeri ise kavramlara yaklaşımıyla ilgili... Malzeme seçimi ve kullanımı, Manolya Çelikler’in yapıt üretim sürecinde, ifade etmek istediği, anlatıya zemin olarak belirlediği, analiz ettiği meselenin temelini oluşturuyor. Dolayısıyla, kimi zaman kumaş, kimi zaman iplik, kimi zaman buluntu nesne, kimi zaman ise seramik, sanatçının söyleminin birincil araçlarından... Geleneksel bir ifade aracı olarak sanatın en kadim malzemelerinden biri olan seramik, beyaz hamur, güncel kavramları analiz ederken Manolya Çelikler’in özellikle bu sergisinde yaslandığı ana eksenin belirleyicisi oluyor. Sanat ve tasarımın inşa edilmesinden çok önce ve sonra hemen her kültürün kullandığı seramiği, nesnenin yerleşik malzeme algısını kırmak için kullanan sanatçı ayrıca bu niteliksel özellikleri irdelediği kavramların alt metinlerini çoğaltmak için de kullanıyor.
Sütun adlı çalışmasında hem sanat tarihsel, hem ideolojik, hem de toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin bir sorgulamaya giriyor Manolya Çelikler. İmparator Konstantin’den hemen her Roma imparatorunun gücünü, iktidarını, sürekliliğini inşa etmeye yarayan, bir propoganda aracı olan ‘dikili taş’ formunu, ortası delik, seramik çiçekli tabaklarla yeniden kurguluyor. Eril söylemi, fallik formu, göğe ve sonsuzluğa uzanan ‘sütun’u, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden yeniden okuyarak, mekâna hapsediyor, kırılgan ve her an yerle bir olabilecek bir bağlama oturtuyor. Böylece, formların ideolojiye yön veren biçimlerini sorguluyor, özellikle mekan/malzeme/form üçlüsünün temelde neyi vurguladığı üzerine düşünmemizi istiyor.
Esra Aliçavuşoğlu